
Prof. Dr. Sıtkı Göksu
Allah’ımızı ve Peygamberimizi Hakiki Sevmek
Önce iki ayet mealiyle başlayalım. "Siz de Allah'a ve Resulüne iman edin ki, o ümmî peygamber de Allah'a ve Onun sözlerine iman etmiştir. Ve ona uyun-tâ ki doğru yolu bulmuş olasınız." A'râf Sûresi, 7:158.
"Size kendi içinizden öyle bir peygamber geldi ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona pek ağır gelir. O size çok düşkün, mü'minlere çok şefkatli, çok merhametlidir." Tevbe Sûresi, 9:128.
Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir ahirete ait amel, iş istersen ve her bir ömür dakikanı bir ömür kadar faydalı görmek istersen ve âdetini ibadete ve gafletini huzura değiştirmeyi seversen sünnet-i seniyeye uy. Yani Peygamberimizin sünnetini hayatının her aşamasında, her safhasında uygula.
Ey nefis! Dünyaya kapılmışlara, dünyanın geçici, zahiri güzelliğine aldananlara, hususan sefahet ehline, zevk eğlence peşinde-yasak şeylere koşanlara, hususan küfür ehline bakıp görünüşte ziynet ve aldatıcı meşru olmayan lezzetlerine aldanıp taklit etme. Çünkü sen onları taklit etsen onlar gibi olamazsın. Pek çok düşeceksin. Hayvan dahi olamazsın. Çünkü senin başındaki akıl, uğursuz bir âlet olur. Senin başını daima dövecektir.
Mesela, nasıl ki bir saray bulunsa büyük bir dairesinde büyük bir elektrik lambası bulunur. O elektrikten şubelere ayrılmış ve onunla bağlı küçük küçük elektrikler, küçük menzillere taksim edilmiş. Şimdi birisi o büyük elektrik lambasının düğmesini çevirip ziyayı, ışığı kapatsa bütün menziller, derin bir karanlık içine ve bir vahşete, yalnızlığa düşer.
Ve başka sarayda büyük elektrik lambasıyla bağlı olmayan küçük elektrik lambaları, her menzilde, her yerde bulunuyor. O saray sahibi büyük elektrik lambasının düğmesini çevirerek kapatsa diğer menzillerde, mekanlarda, odalarda ışıklar bulunabilir. Onunla işini görebilir, hırsızlar istifade edemezler.
İşte ey nefsim! Birinci saray, bir Müslüman'dır. Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâm, onun kalbinde o büyük elektrik lambasıdır. Eğer onu unutsa, el-iyazü billah, Allah korusun kalbinden onu çıkarsa, hiçbir peygamberi daha kabul edemez. Belki hiçbir kemalâtın, mükemmelliğin, üstün özelliklerin yeri ruhunda kalamaz, hattâ Rabb'ini de tanımaz. Mahiyetindeki bütün menziller ve latîfeler, duygular karanlığa düşer ve kalbinde müthiş bir tahribat, yıkıntılar ve vahşet, ürküntü, yalnızlık oluyor. Acaba bu tahribat ve vahşete mukabil hangi şeyi kazanıp ünsiyet, cana yakınlık, dostluk edebilirsin? Hangi menfaati bulup o tahribat zararını onunla tamir edersin?
Halbuki yabancılar, Avrupalılar o ikinci saraya benzerler ki Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâmın nurunu kalplerinden çıkarsalar da kendilerince bazı nurlar kalabilir veya kalabilir zannederler. Onların manevî kemalât-ı ahlâkiyelerine, üstün özelliklerine sebep olacak Hazret-i Musa ve İsa aleyhimesselâma bir nevi imanları ve Yaratıcılarına bir çeşit inançları kalabilir.
Ey nefs-i emmare, kötülüğe sevkeden duygu! Eğer desen: "Ben, yabancı, Avrupalı değil hayvan olmak isterim." Sana kaç defa söylemiştim: "Hayvan gibi olamazsın. Zira kafandaki akıl olduğu için o akıl geçmiş üzüntüleri ve gelecek korkuları tokadıyla senin yüzüne, gözüne, başına çarparak dövüyor. Bir lezzet içinde bin elem, acı, keder katıyor. Hayvan ise elemsiz güzel bir lezzet alır, zevk eder. Öyle ise evvela aklını çıkar at, sonra hayvan ol. Hem "Hayvanlar gibi, hattâ daha da aşağıdırlar." A'râf Sûresi, 7:179. Edeplendirme tokadını gör. (Sözler’den faydalanılmıştır.)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.