Prof. Dr. Sıtkı Göksu

Prof. Dr. Sıtkı Göksu

Kaf Dağı Nerede?

8 Ağustos 2023 tarihinde yayınlanan “ Kim Milyoner Olmak İster?” yarışmasının 50 000 TL’lik sorusu soruldu. SORU: Hangisi UNESCO dünya mirası listesinde yer almaz? Tac Mahal, Etna Yanardağı, Çin Seddi, Kaf Dağı Doğru Cevap D- Kaf Dağı idi. Yarışmacı bildi.

Bu vesile ile Kaf Dağı’ndan bahsedelim:

Meşhur evliyalar, Kaf Dağı arkasındaki Arz-ı Beyza’dan bahsediyorlar “Gördük.” diyorlar. Acaba bunların dedikleri doğru mudur? Doğru ise halbuki bu yerlerin yerde, dünyada yerleri yoktur. Hem coğrafya ve fen onların bu dediklerini kabul edemiyor. Eğer doğru olmazsa bunlar nasıl veli olabilirler? Böyle gerçeğe aykırı ve hakka ters söyleyen nasıl hakikat ehli olabilir?

Cevap: Onlar hak ve doğruluk üzerine olan kimselerdir. Hem de velayet ehli ve manevi alemleri görenlerdir. Gördüklerini doğru görmüşler fakat geniş bilgi ile anlamak olan ilahi hakikatleri seyir halinde ve rüya gibi görmelerini tabirde, yorumlamada verdikleri hükümlerinde hakları olmadığı için kısmen yanlıştır. Rüyadaki adam kendi rüyasını tabir edemediği gibi o kısım keşif ve şuhud ehli dahi görmelerini o halde iken kendileri tabir edemezler, yorumlayamazlar. Onları tabir edecek “asfiya” denilen (Asfiya: Hz. Peygamberin yolundan giden ilim ve takva sahibi büyük zatlar) peygamber varisliği muhakkikleridir, (gerçeği araştıranlar). Elbette o kısım şuhud ehli dahi asfiya makamına çıktıkları zaman, Kitap ve Sünnetin irşadıyla yanlışlarını anlarlar, tashih ederler (düzeltirler), hem etmişler.

Şu hakikati izah edecek şu temsili hikayeyi dinle. Şöyle ki:

Bir zaman kalp ehli iki çoban varmış. Kendileri ağaç kâsesine süt sağıp yanlarına bıraktılar. Kaval tabir ettikleri düdüklerini, o süt kâsesi üzerine uzatmışlardı. Birisi “Uykum geldi.” deyip yatar. Uykuda bir zaman kalır. Ötekisi yatana dikkat eder, bakar ki sinek gibi bir şey, yatanın burnundan çıkıp süt kâsesine bakıyor ve sonra kaval içine girer, öbür ucundan çıkar gider, bir geven (çalı, diken) altındaki deliğe girip kaybolur. Bir zaman sonra yine o şey döner, yine kavaldan geçer, yatanın burnuna girer; o da uyanır. Der ki: “Ey arkadaş! Hayret verici bir rüya gördüm.” O da der: “Allah hayır etsin, nedir?” Der ki: “Sütten bir deniz gördüm. Üstünde hayret verici bir köprü uzanmış. O köprünün üstü kapalı, pencereli idi. Ben o köprüden geçtim. Bir meşelik gördüm ki başları hep sivri. Onun altında bir mağara gördüm, içine girdim, altın dolu bir hazine gördüm. Acaba tabiri (açıklaması, yorumu) nedir?”

Uyanık arkadaşı dedi: “Gördüğün süt denizi, şu ağaç çanaktır. O köprü de şu kavalımızdır. O başı sivri meşelik de şu gevendir. O mağara da şu küçük deliktir. İşte kazmayı getir, sana hazineyi de göstereceğim.” Kazmayı getirir. O gevenin altını kazdılar, ikisini de dünyada mesut edecek altınları buldular.

İşte yatan adamın gördüğü doğrudur, doğru görmüş fakat rüyada iken bir şeyi bütün yönleriyle kuşatamayan, kavrayamayan olduğu için tabirde hakkı olmadığından, maddî alem, (görünen alem) ile manevî âlemi (madde ötesi alemi) birbirinden fark etmediğinden hükmü kısmen yanlıştır. “Ben hakiki, maddî bir deniz gördüm.” der. Fakat uyanık adam, âlem-i misal, misal alemi (Bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi) ile âlem-i maddîyi (görünen alemi) fark ettiği için tabirde hakkı vardır. Dedi: “Gördüğün doğrudur fakat hakiki deniz değil; belki şu süt kâsemiz senin hayaline deniz gibi olmuş, kaval da köprü gibi olmuş ve bunun gibi…”

Demek oluyor ki âlem-i maddî ile âlem-i ruhanîyi (Maddi yapısı olmayan ve gözle görülemeyen ruh alemi) birbirinden fark etmek lâzım gelir. Birbirine karıştırılsa hükümleri yanlış görünür. Mesela, senin dar bir odan var fakat dört duvarını kapayacak dört büyük ayna konulmuş. Sen içine girdiğin vakit, o dar odayı bir meydan kadar geniş görürsün. Eğer desen “Odamı geniş bir meydan kadar görüyorum.” doğru dersin. Eğer “Odam bir meydan kadar geniştir.” diye hükmetsen yanlış edersin. Çünkü misal alemini, hakiki alemle karıştırırsın.

Sonuç: Şu meseleden anlaşılıyor ki derece-i şuhud (kalp gözü ile görme derecesi), derece-i iman-ı bilgaybdan (Gayba iman derecesi; görünmeyen ve bilinmeyen alemlere inanma derecesi) çok aşağıdır. Yani yalnız şuhuduna (kalp gözü ile görme derecesine) dayanan bir kısım velayet ehlinin her şeyi kuşatmayan keşifleri, manevi alemlerde bazı olayları ve hakikatleri görmeleri, Peygamber varisliği ehli olan asfiya ve muhakkikînin (gerçekleri araştıran, hakikatleri delilleriyle bilen alimlerin) şuhuda (kalp gözü ile görme derecesine) değil, Kur’an’a ve vahye, gayb alemine ait fakat safi, ihatalı (tam kavramalı), doğru imani hakikatlerine, iman esaslarına dair hükümlerine yetişmez. Demek, bütün haller ve keşiflerin ve manevi zevkler ve müşahedatın (gözlemlerin) ölçüsü, Kitap ve Sünnettir. Ve mihenkleri, Kitap ve Sünnetin kudsi düsturlarıdır. Ve Hz. Peygamberin yolundan giden ilim ve takva sahibi büyük zatların, hakikati araştıran, hak alimlerinin süratli seziş ve kavrayış kurallarıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Prof. Dr. Sıtkı Göksu Arşivi