" YETİŞ YA HIZIR..."
Bugün bahar ayının coştuğu Hıdırellez, insanın doğayla, doğanın bereketle kavuşması... Mucize gibi bir şey, her şeyin yenilenip çiçek açması...
Doğadaki her değişim, insanoğlunun türlü yollarla bu değişimi anlama çabasına yol açmıştır hep... Ondan dolayı türlü gelenekler geliştirmiş kendine, baktığımızda neredeyse tüm Mezopotamya'nın özellikle de Anadolu ve Balkanlarda yazın başlangıcı olarak kutlanmıştır...
Her yöremizin kendine has kutlamaları, yöre kültürleri ile harmanlanır, hepimiz tüm insanlık ortak bir dileğin peşinde koşarız...
Belki yine coşku ile kutlayacaktık, ama dünyanın başına bu iş geldi... Kim bilir belki de önümüzde çok daha güzel baharlar vardır. Bugün baharı böylesine zor bir salgınla karşılayarak, kendi sosyal medyamızda içimizde kutladık. Bakalım başka zaman nasıl kutlayacağız, onu da yaşayarak göreceğiz...
Zaman denilen hoyrat bir yıkımcı ile karşı karşıyayız, onla savaşıyoruz...
Kütüphanenin önünde kitapları karıştırırken, dolap altında özenle sakladığım kutuyu gördüm, küçücük minicik bir spor ayakkabısı, avuç içi kadar... Yirmi beş yıl sonra karşınıza aniden çıkıveriyor... Albüme gidiyor gözleriniz, siyah ve beyaz resimler arasında kayboluyorsunuz. Anılar canlanıyor gözünüzde, çoğunu tekrar tekrar yaşıyorsunuz. İçinizi ısıtan, sıcacık resimler akıyor gözlerinizin içinden, çocuklarınızın bebeklik, çocukluk resimlerine bakıyorsunuz...
Gülümseyerek çıkıyorsunuz odadan, hangi kitaba bakacağınızı; bakın unuttunuz... Sonra tekrar dönüyorsunuz... Bir hüzün çöküyor yüreğinize, hele bir de sizden uzaktaysa çocuklarınız özlediğinizi hissediyorsunuz.. Zaman ve zamanın en büyük şahidi resimler ellerinizden akıyor sıra ile... Okul resimleriniz, okul gezi resimleri sizi ne kadar mutlu ederdi. O okul gezilerine izin almak için bir dünya iş yapardım evde, işlerin ardı arkası kesilmezdi... Yeter ki gideyim arkadaşlarımla " Bahar pikniklerine, Hıdırellez kutlamalarına " diye canım çıkardı. En sonunda izin çıkardı bana... O gün benimdi, ben o gün hem çocuk hemde ergendim... O gün benim gerçek yaşıma uygun olarak geçirdiğim ender günlerdendi... Sevinmek, arkadaşlarımla güzel vakit geçirmek, toprağın, çimenin, çiçeklerin tadına varmaktı...
Eve döndüğümde ağır sorumluluğum beni bekliyordu... Biliyor musunuz, bizler okula giderken, sonra da ben bankaya çalışmaya giderken... Orası bana eğlenmeye gidiyormuşum gibi gelirdi. Çünkü bizler evde ağır bir işçi gibiydik. Sürekli iş yapan ve yaptığı işten dolayı hiç övgü almayan ergen ve gençler olarak yaşadık. Sizleri bilemem ama ben hep öyle idim. Bunları yazar iken boğazım düğümlendi. Niye sebebini bilemediğim bir düğümlenme, sonra resimler hep aktı... Okul hayatım, hayatımdaki hep ilklerin resimleri ve daha sonrakileri... Konuştuk onlarla, gizli gizli...
Değer dediğin neydi ki? Buydu işte!Hepsi, ama hepsi nasıl da değerli...Böylesi bir değer nasıl olurda yok olur.
Çünkü zaman denilen, elindeki palayı nereye vurduğunu önemsemeyen ve bir hoyrat savaşçı kimliği ile arkadan gelene yol açmak için her şeyi hızla tüketen ve yok eden zaman vardı arkamızda...
Çok da acımasız ve vicdansız, hiç merhameti de yok bu zamanın... Tıpkı hayatımızdaki bir çok insan gibi... "Yetiş ya Hızır " diyoruz
"Havalar gibi yüreğinizde hep sıcacık olsun. Hıdırellez'de dilekleriniz kabul olsun."
Sevgiyle kalın...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.