Prof. Dr. Sıtkı Göksu

Prof. Dr. Sıtkı Göksu

Pahalılık, Geçim Derdi ve Çözüm Olarak İktisad

İnsanlar değişik zamanlarda kıtlık, geçim derdi, pahalılık durumlarına maruz kalabilmektedir.  İnsanlara düşen kanaate alışmak ve rızaya çalışmaktır. kıtlık ve geçim derdi fakirlere ağır basmaktadır. Bu dehşetli hale karşı sarsılmamak ve dayanışmamızı muhafaza etmek gerekmektedir. Geçim derdi zaruretine karşı iktisat ve kanaatle mukabele etmeye zaruret var. Dünya menfaatleri çok hakikat ehlini dahi bir nevi rekabete sevk ediyor. Fakr-u zarurete, açlığa ve yoksulluğa düşen insanlara zekatımızı verebiliriz.

“İktisat eden, maişetçe (geçimce) aile belâsını çekmez” meâlindeki hadis-i şerifi sırrıyla, “iktisat eden, maişetçe (geçimce) aile zahmet ve meşakkatini çok çekmez.”

Evet, iktisat kesin bir bereket sebebi ve  iyi geçime medar olduğuna o kadar katî deliller var ki, had ve hesaba gelmez.  Ezcümle, ben kendi şahsımda gördüğüm ve bana hizmet ve arkadaşlık eden zatların şehadetleriyle diyorum ki:

İktisat vasıtasıyla bazan bire on bereket gördüm ve arkadaşlarım gördüler. Hattâ dokuz sene (şimdi otuz sene) evvel 3 benimle beraber Burdur’a nefyedilen reislerden bir kısmı, parasızlıktan zillet ve sefalete düşmemekliğim için, zekâtlarını bana kabul ettirmeye çok çalıştılar. O zengin reislere dedim: “Gerçi param pek azdır. Fakat iktisadım var, kanaate alışmışım. Ben sizden daha zenginim.” Tekrar tekrar ve ısrarlı tekliflerini reddettim.

Dikkat edilecek şeydir ki, iki sene sonra, bana zekâtlarını teklif edenlerin bir kısmı, iktisatsızlık yüzünden borçlandılar. Lillâhilhamd, onlardan yedi sene sonra, o az para, iktisat bereketiyle bana kâfi geldi, benim yüzsuyumu döktürmedi, beni halklara muhtaç olduğunu bildirmeye mecbur etmedi. Hayatımın bir düsturu olan “insanlardan istiğnâ” mesleğini bozmadı.

Evet, iktisat etmeyen, zillete, alçaklığa ve manen dilenciliğe ve sefalete düşmeye adaydır. Bu zamanda israflara medar olacak para çok pahalıdır. Mukabilinde bazen haysiyet, namus rüşvet alınıyor. Bazen dini mukaddesler mukabil alınıyor, sonra uğursuz, kötü bir para veriliyor. Demek, manevi yüz lira zararla maddî yüz paralık bir mal alınır.

Eğer iktisat edip zaruri ihtiyaçlara sınırlandırma ve azaltma ve ayırsa ne olur? “Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan ancak Allah’tır.” Zâriyat Sûresi, 51:58. “Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkını vermek Allah’a ait olmasın.” Hûd Sûresi, 11:6. Ayetlerinin açık beyanı ile ummadığı tarzda, yaşayacak kadar rızkını bulacak. Çünkü şu ayetlerde taahhüt, söz verme, yüklenme söz konusudur.

Evet, rızık ikidir: Biri; hakikî rızıktır ki, onunla yaşayacak. Bu âyetin hükmü ile o rızık Rabbani taahhüt altındadır. Beşerin kötü isteği karışmazsa, o zarurî rızkı herhalde bulabilir. Ne dinini, ne namusunu, ne izzetini feda etmeye mecbur olmaz.

İkincisi; rızk-ı mecazî, asıl olmayan rızıktır ki, eldeki nimetleri kötüye kullanmakla zaruri ve mecburi olmayan ihtiyaçlar zaruri ihtiyaçlar hükmüne geçmiştir.  Görenek belâsıyla tiryaki olup, terk edemiyor. İşte bu rızık Rabbani taahhüt altında olmadığı için, bu rızkı kazanmak, bilhassa bu zamanda çok pahalıdır. Başta izzetini feda edip zilleti, aşağılanmayı kabul etmek gerekir. Bazen alçak insanların ayaklarını öpmek kadar manen bir dilencilik vaziyetine düşmek gerekir. Bazen ebedi hayatın nuru olan dinen kutsal sayılan şeyleri feda etmek suretiyle o bereketsiz, uğursuz malı alır. (19. Lem’a, İktisad Risalesinden faydalanılmıştır.)


Hem bu fakirlik ve çaresizlik, zaruret zamanında, aç ve muhtaç olanların üzüntülerinden vicdan ve merhamet sahibi kimselere insanın kendi cinsinden olana acıması vasıtasıyla gelen elem ve acı çekme, o gayr-ı meşru, helal olmayan bir surette kazandığı parayla aldığı lezzeti, vicdanı varsa acılaştırıyor. Böyle acip, hayret verici bir zamanda, şüpheli mallarda, zaruret derecesinde yetinmek lâzımdır.

Çünkü “Zaruretler zaruret miktarınca sınırlandırılır.” sırrıyla, haram maldan, mecburiyetle zaruret derecesini alabilir, fazlasını alamaz. Evet, çaresiz, zorda kalan adam, murdar, pis etten tok oluncaya kadar yiyemez. Belki ölmeyecek kadar yiyebilir. Hem, yüz aç adamın huzurunda tam bir lezzet alarak fazla yenilmez.

İktisat, itibar ve olgunluk sebebi olduğuna işaret eden bir vakıa, olay:

Bir zaman, dünyaca cömertlikle meşhur Hâtem-i Tâî, mühim bir ziyafet veriyor. Misafirlerine gayet fazla hediyeler verdiği vakit, çölde gezmeye çıkıyor. Bakar ki, bir ihtiyar, fakir adam, bir yük dikenli çalı ve gevenleri beline yüklemiş, cesedine batıyor, kanatıyor. Hâtem ona dedi:

“Hâtem-i Tâî, hediyelerle beraber mühim bir ziyafet veriyor. Sen de oraya git; beş kuruşluk çalı yüküne bedel beş yüz kuruş alırsın.”

O iktisatlı ihtiyar demiş ki: “Ben bu dikenli yükümü izzetimle çekerim, kaldırırım; Hâtem-i Tâî’nin minnetini almam.”

Sonra Hâtem-i Tâî’den sormuşlar: “Sen kendinden daha civanmert (yiğit, mert), aziz (üstün, değerli) kimi bulmuşsun?”

Demiş: “İşte o sahrâda (çölde) rast geldiğim o iktisatlı ihtiyarı benden daha aziz, daha yüksek, daha civanmert gördüm.” 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Prof. Dr. Sıtkı Göksu Arşivi