Gastronomideki tehlike

UNESCO FIRSATINI İYİ DEĞERLENDİRDİK

Gaziantep, sahip olduğu bu zenginliği ile 2015 yılında UNESCO tarafından gastronomi alanında 'Yaratıcı Şehirler Ağı'na dahil edildi. Böylece Türkiye’de ilk kez bir şehir gastronomi alanında ‘Yaratıcı Şehirler Ağı’na alınırken, Gaziantep de, Gastronomi Şehri, Lezzetin Başkenti gibi isimlerle anılmaya başlandı. Şehrimiz için önemli bir başarı, daha doğrusu bir milat oldu. Bir nevi Gaziantep’in lezzetin merkezi olduğu UNESCO tarafından tescillendi. Bir anda tüm ülkenin gözleri Gaziantep’e çevrilirken, Gaziantep bu fırsatı iyi kullandı. Özellikle Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin’in öncülük ettiği Gastronomi Festivalleri, mutfaktaki zenginliğimizin yanında kentimizin de tanıtımının yapılması ve sık sık ülke gündemine gelmesi açısından çok olumlu etki yaptı. Hatta Büyükşehir Belediyesi, daha da ileriye giderek farklı illerde düzenlediği kampanyalarla adeta bir turizm seferberliği başlattı.

Gastronomi kenti olmamız ve ardından gelen turizm seferberliği sürecini şehir olarak çok başarılı bir şekilde yönettik. Elimizde gastronomi gibi güçlü bir silah var. Bu silahı iyi kullandık.

KADINLAR ARTIK MUTFAĞA GİRMİYOR

Ancak, gastronomiyi bekleyen tehlikelerden de söz etmek istiyorum. Gaziantep mutfağının temelinde kadınlar var. Yani gastronomiyi annelerimize, ninelerimize borçluyuz. Geçmişte, özellikle de savaş yıllarında kıt kaynaklarla birbirinden lezzetli yemekler ve tatlılar yaparak adeta mucize yaratan ninelerimizin bize emaneti olan bu mirası gelecek kuşaklara aktarmak çok önemlidir. Aksi takdirde adeta bir hazine kadar kıymetli olan bu mirası kaybederiz. Asıl tehlike de işte burada başlıyor. Gaziantep mutfağının temelinde kadınlar var diyoruz ama günümüzde ardık kadınlar eskisi gibi mutfağa girmiyor. Bir çok yemek yavaş yavaş unutulmaya başlandı. Bu konuda annelere büyük görev düşüyor. Anneler kız çocuklarına bildikleri yemekleri öğretmeli. Kızlar mutfağa girmeli. Yoksa gelecekte bu miras büyük tehlike yaşar. Aslında pandemi bu konuda bir fırsat olabilir. Dışarıda yemek yemenin önerilmedi, zorunlu olmadıkça kimsenin dışarı çıkmaması gerektiği bir dönemde anneler kız çocuklarını daha fazla mutfağa sokarak, onların da kendileri gibi başarılı bir aşçı olmalarını sağlayabilir.

ŞİRE KÜLTÜRÜ BİTİYOR…

Gaziantep mutfağında şire ürünlerinin çok önemli yeri bulunuyor. Yani üzüm, pekmez, pestil, sucuk vb. ürünler Gazianteplilerin geçmişteki özellikle de kış aylarındaki en önemli besin kaynağı arasında yer alıyordu. Ne yazık ki, Gaziantep ile özdeşleşen bu şire kültürünü neredeyse kaybetmek üzereyiz. Çünkü, bağcılık bitme noktasına geldi. Üzüm olmazsa, bu kültürü devam ettirmek mümkün mü? Elbette mümkün. Nasıl mı? Glikoz şurubuyla. Ne yazık ki günümüzde yapılan pestil, sucuk vb. şire ürünlerinin önemli bir bölümünde glikoz şurubu kullanıldığını üzülerek belirtmek istiyorum. Bu kültürün yaşamasını da çok önemsiyorum. Belki bağcılığı kısa sürede canlandırmak mümkün olmayabilir ama bu kültürü yaşatmak gerek. Bağbozumunu, üzümlerin toplanıp mahserelerde ezilmesini, suyunun kaynatılarak pekmez yapılmasını, ardandan da sucuk, pestil vb. yiyeceklerin hazırlanışını gelecek kuşaklar da bilmeli.

OLUMSUZ BİR İMAJ OLUŞUYOR

Maalesef gastronominin karşı karşıya bulunduğu tehlikeler bunlarla sınırlı değil. Baklavanın kilosunun 150 lirayı bulması, bir porsiyon ciğerin 50 liraya çıkması, üç kişilik beyran hesabının 100 liraya yaklaşmaı gibi örnekler Gaziantep’in, pahalı bir şehir olduğu imajını güçlendiriyor. Bu konuda sosyal medyada bol bol Gaziantep’in aleyhine paylaşımlar yapılıyor. Gaziantep olarak bu olumsuz imajı yıkmak zorundayız. Aksi takdirde bu büyük zenginliğimiz biz hiç farkına varmadan yavaş yavaş elimizden kayıp gider…

Mutlu haftalar dileğiyle.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ali Babat Arşivi