Deniz Kalendirgil

Deniz Kalendirgil

SANATLA UĞRAŞAN İNSANLARDAN KİMSEYE ZARAR GELMEZ!

Evet sevgili okurlarım. Geçtiğimiz hafta gündemimizi en çok meşgul eden konulardan biri “İsyan” isimli şarkıyı kulaklarımızdan kalbimize ulaştıran ünlü şarkıcımızın komşuşuna uyguladığı şiddet oldu. Ortada “Sanatçılar toplumun aynasıdır” gerçeği varken, “İncir Reçeli” filmindeki rolüyle bizleri büyüleyen ünlü şarkıcımızın uyguladığı şiddet olayını kabullenmemiz mümkün değildir. Yazıma başlarken bunu net bir şekilde ifade etmemde fayda görüyorum.

Ailemden bir sanatçı çıkmasını çok isterdim. Ama maalesef… Aslına bakarsanız güzeller güzeli annemin ve rahmetli Mustafa amcamın sesi çok güzeldi. Annemin mesela o kadar güzel sesi vardı ki; değme sanatçılara taş çıkartırdı. Mutfakta yemek yaparken mırıldandığında ben ve kardeşlerim, kapı ardından kendisini izler ve dinlerdik. Rahmetli amcamın mesela buğulu bir sesi vardı. Kına gecelerinde güzel sesiyle misafirleri mest etsin diye özel olarak rica ederlerdi. Yanlış hatırlamıyorsam, bizde hala amcamın seslendirdiği gazel kasetleri vardır. Rahmetli babam kendine vakit ayırabildiği zamanlarda kasetçalara takar dinlerdi. Gözleri dolardı tabi…

Aslına bakarsanız, babam da müzik tutkunu biriydi. Ancak bu ilgisi dedem tarafından, ne yazık ki; erken yaşlarda köreltilmişti. Bir gün çarşıdan aldığı sazı eve götürmüş, bahçede tıngırdatırken, dedeme yakalanmış… Sazı elinde aldığı gibi yere fırlatan dedem, “Başımıza çalgıcı mı olacaksın” diye parça pinçik etmişti. O an asla babamın yerinde olmak istemezdim. Kaldı ki; dedem tarafından sanatına bu denli kötü karşılık bulmuş biri, bende keşfettiği müzik ruhunu hiçbir zaman söndürmemiştir. Özellikle bu konuda kendisine minnettarım… Allah’ım mekânını cennet eylesin!

İlkokul çağında iken başladı benim sanatla yolculuğum… İrfan Koruk isminde bir arkadaşım vardı. Şimdilerde ülkemizin en önemli doktorlarından biri olan İrfan kardeşimin kırmızı renkli küçük bir orgu vardı. Arada okula getirir çalar, bizleri kendine hayran bırakırdı. Özellikle beni… O yıllar içinde müzik aşkı olan, bunu ortaya çıkarmak için de kendine bahane arayan bir çocuktum ben. İrfan kardeşim arada evinde davet eder ve orgun tuşlarına birer ikişer dokunmama izin verirdi. O kadar keyif alırdım ki… Düşünün; henüz 7 – 8 yaşlarındayım.

Bendeki bu sanat ateşini ailem de fark etmişti. Babam sonunda bana da İrfan’ınkini kıskandırır nitelikte kırmızı bir org almıştı. Ben büyüdükçe orgum küçülüyor, ihtiyacıma cevap veremez hale geliyordu. Babamı bir kez daha ikna etmiş ve o zaman neredeyse boyuma yakın büyüklükteki kocaman bir org aldırmıştım. “Evladım düğün salonu mu işleteceksin” demişti hatta… “Yok babacığım ne alaka” diyebilmiştim…

Ortaokul sonlarına doğru bu kez telli sazlara merak sarmaya başlamıştım. İlk müzik aletim mandolin olmuştu. Okul korusunun gediklisiydim zaten. Sanatla ilgili bir şey oldu mu hemen “ufaklık Deniz’i de alalım” derdi öğretmenlerim. Bir ara kemana ve saza da merak sardım, ama özellikle ergenlik döneminde benim idolüm ut olmuştu. Sinan Özen’ler, Coşkun Sabah’lar, Metin Şentürk’ler, Ayhan Aşan’lar ve daha niceleri… Udi sanatçı olmam için teşvik nedenlerimdi bu isimler…

Sonra mı? Ver elini İstanbul. Yıl 1992. Sanatçı olmak için başka yolum kalmamıştı. Aldım udumu elime, vurdum sırtıma. Önce Yalova… Mocamp Tesisleri ve Çınarcık’ta birkaç restoran… Alkışlar içinde iniyorum sahnelerden… Yetti mi? Tabii ki; hayır… Hedef İstanbul. Pendik, Kartal, Yenikapı… Taverna müziğinin kalbinin attığı mekânlar… Anlatacak o kadar çok şey var ki. Ancak bu haftaki yazımı kaleme almam sebebim bu değil.

Tabi sanatla bu kadar yakın olmam, ailemin yanı sıra komşularımızın da dikkatini çekerdi. Hiç unutmam üst kat komşumuz Feramuz amca vardı. Öldüyse Allah rahmet eylesin, hayatta ise Allah’ım sağlıklı ömürler versin. Annem ve babam sanatla bu kadar yakınlığımı biraz yadırgayınca, komşumuz Feremuz amca devre girmiş ve hala kulaklarımda çınlayan “Sanatla uğraşan insanlardan kimseye zarar gelmez” sözünü sarf etmişti. Yani şiddet, dolandırıcılık, uyuşturucu bağımlılığı, aldatma ve taciz gibi konular asla sanatla uğraşan insanlara yakıştırılamazdı. Gerçekten de öyleydi. Eskilere bir bakın, ne demek istediğimi anlayacaksınız. Onların şan, şöhret ve para ile değil, sanatla işleri olurdu. Bilirlerdi ki; siz sanatınızda ne kadar iyi olursanız, bu üçleme zaten peşinizden gelirdi.

Şimdilerde bakıyoruz sanatçılarımızın dini imanı para olmuş. Şan ve şöhret sarhoşluğu akıllarını başlarından almış ve kendilerini toplumun üzerinde görmelerine neden olmuştur. Toplum şiddeti körükleyen sanatçıları değil; aşk, sevgi ve mutluluk tohumları eken sanatçıları bağrına basar… Sanatı kendisi için değil de toplum için yapanlar kazanır…

Güzel bir hafta dileklerimle…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Deniz Kalendirgil Arşivi