Dünya'yı büyük bir hapishaneye çevirdi, Korona dene illet; Hepimiz kendi evlerimiz de yuvalarımıza sığınarak, "Evde Kal " kuralına uyduk... Kuralların en önemlisi bu idi...
Korona günlerinde çoğumuzun yaptığı şey bol bol internetten sinema indirmek olmuştur. Ben de doğal olarak vakit denen bolca şeyin tadını çoğunlukla sinema izleyerek çıkarttım... İlginç bir filme denk geldim, "İbni Sina." Film 11 yüzyılda Rob Cole isimli kimsesiz bir çocuğun, karşılaştığı şifacıdan etkilenerek İran'a tıp eğitimi öğrenmeye gitmeye karar vermesi ile başlıyor. Yaşadığı uzun yorucu yolculuk ve sonunda efsane dahiyle karşılaşır... Film işte diyeceğim ama adı "İbni Sina" olunca ilgi daha çok artıyor.
Dünyada, tozu ortadan kaldırın, ben de size yaşamı 1000 yıl yapayım diyen büyük bir Türk hekimidir, İbn-i Sina
Tabi burada size film anlatmayacağım, insanların isterlerse tarihi gerçeklikleri nasıl saptıracağından bahsedeceğim, film tamamen bir algının, insanları nasıl kafa karışıklığına sürükleyeceğinin en büyük kanıtı gibiydi.
Filmde sanki gerçek İbni Sina, ingiliz gençmiş gibi bir akış içinde seyrediyor, bir de bizim gerçek halis muhlis atalarımız olan Selçukluları barbar diye nitelendiriyor. Ayrıca İran emirine" Selçukluların atlarından başka bir şeyleri yok , onlar barbarlardır.- Oysa İran'da yüzyıllardır süregelen bir medeniyet var" diye gaz veriyorlar... Tabi film kurgu denilince, her türlü yalan, iftira, algı saptırması bol demek oluyor.
İbn-i Sina, 980 yılında, Özbekistan'ın Buhara şehri yakınlarındaki Afşana kentinde doğmuş Türk kökenli bir bilim adamı olduğu halde filmde onu bir acem yani İran'lı olarak tanıtıyorlar..
Oysa İbni Sina Selçuklular döneminde yaşamıyor. Filmde veba salgını var ve en heyecanlı kısmında o ilgimi çekiyor. Koskoca bir yerleşim yeri neredeyse yok oluyor, çok az kişi kurtuluyor. Kısacası, Yahudilerin kendilerini dünyaya üstün gösterme ve tıp gibi önemli bir alanda dünyada ilk başarılara sahip İbn-i Sina'nın başarılarının çalındığı bir film... Hiç bir şeyimize tam sahip olamadığımızın en büyük ispatını bu film de bir kez daha izleyerek görmüş oldum...
İbni Sina ya da başka değerlerimiz ve sahip olduğumuz tarihimiz şu anda bir sürü saçma sapan algı bozuklukları yaratılarak hırpalanmak isteniyor.
Cehalet dediğimiz asıl şeyin bilgi eksikliği değil, algı bozukluğu olduğunu görmemiz gerekiyor. Algı dünyamız her zaman gerçek dünyanın gerisinde kalır. Bir başka deyişle, dünyaya ilişkin algılarımız, gerçek anlamda canlı olmayan, bir canlı yayın gibi hayatımıza yön veriyor.
Dünya'da büyük güçler yaratıkları algılarla dünyayı yönetiyorlar. Aslında algı yönetimi ve ardında yatan temel ilke basittir: " Eğer silah üretiyorsanız savaşa ihtiyacınız vardır; ilaç üretiyorsanız hastalığa...
Dünyayı bunların yönettiğini artık anlıyoruz... Biraz geç uyandık, ama yine de tamamımız uyanmış değil... Algı operasyonları arasında gel-git yaşıyorlar. Kendilerini bulamama gibi bir durumları söz konusu, dünya'da değişimi gerçekleştiren kişilerin çoğunun algılara karşı gelen güç olduğunu unutmayalım...
Toplumsal yaşam, başkalarının bizimle ilgili algıları ile bizim kendi gerçekliğimiz arasındaki uyuşmazlıklarla örülü. Gözünü açıp isyan ettiğinde tedbirli davranmaya çalıştığında aptallıkla suçlanıyorsun.. Böyle de tuhaf durumlarla içiçesin.
Sorun asla korkunun kendisi değildir. Gerçek korku, onu algılamakla ilgilidir. Şu yaşadığımız süreç, algılarımızın çok iyi çalışmadığı, sen kendi algına sahip çıkmazsan, biri gelir kapıya kendi algısını bırakır.
Ne demiş, Şems-i Tebrizi;
"Ne zaman ki, düşmanlarım çoğaldı. Ne zaman ki iyiliğim kötülük olarak algılandı. Anladım ki ben doğru yoldayım."
Önemli olan da bu!