ENDÜLÜS DEDİKLERİ

Gelin, eskinin en parlak incilerinden birisine ziyarette bulunalım, bugün tahayyül kudretimizi sorgulayan ve yitip giden bir masala, ana akım tarih tarafından bile pek irdelenmeyen Endülüs’e gidelim.

Endülüs, hepimizin bildiği itibariyle Müslüman dünyanın, anavatanı Avrupa sınırları içerisinde bulunan İspanya’da kurulmuştur.

Emevi Hanedanının Şam’da Abbasiler tarafından kırımı üzerine kaçmayı başaran ve bazı doğru adımlar atarak Berberi kabilelerinin desteğini alan Abdurrahman 755 yılında İspanya’ya ayak basar ve bölgede bulunan Müslüman emirleri otoritesi altında toplar.

Endülüs olarak bilinen bu sultanlık, ilk başta sınır olarak kendisine Pireneleri seçer ve Müslüman dünyasının en ırak sınırlarını oluşturur.

Roma döneminden beri Akdeniz’in en oturmuş ülkelerinden olan Hispanya, Vizigot ve Arap İşgallerinden payına düşen gazabı alır.

Bölgede meskun bulunan Yahudiler, Mısır Yahudilerinden bir haylice farklı olup dönemin hâkim iktidarı Emevi Hanedanı tarafından hoşça muameleye tabi tutulur.

Zaten; Şam merkezli Emevi iktidarının uyguladığı ayrımcı ve şedit politikaları neticesinde uğradığı kırımın, Endülüs Emevilerine bir ders olması da kaçınılamazdır. Bölgede hiçbir zaman salt çoğunluğu da ele geçiremeyen Emevilerin hoşgörü temelli politika izlemesi ve Hristiyan Avrupa’nın kalbine bu kadar yakınlığı sebebiyle renkli ve karışık bir dünya yaratması da üstüne düşünülünce gayet doğaldır.

Bağdat’ta başlayan antik eserlerin tercümesi işi Endülüs’ün başkenti Kurtuba üzerinden devam ettirilmekte olup Akdeniz üzerinden Endülüs’e taşınan İslam kültürü, Endülüs üzerinden de Hristiyanlık ile sentez olmaya başlar.

Endülüs’ün görece savaşsız politikaları, Endülüs pazarlarını tüm dünya tüccarları ve alimleri için güvenli bir limana çevirir. Arapça, Orta Doğu’da olduğundan daha da fazla yaygınlaşır ve hem Hristiyanların hem Yahudilerin günlük konuşma dili olur fakat bu demek değildir ki bu ülkede gelişme kaydeden tek dil Arapça olsun.

Endülüs’te yaşayan ve İslam kültüründen hayli etkilenen dilleri İbraniceyi, Endülüs’te tekrar keşfedip bu dile hayat verdiler. Onu edebiyatlarında ve yazıtlarında hatta mektuplarında bile kullandılar.

Hristiyanlar ise teolojiyi dışlayan entelektüel felsefeden, mimari tarza kadar Endülüs’ten medeniyetlerine pek çok şey kattı ki Arap kültürünü iyice benimseyen Hristiyanlara Müslüman manasına gelen Morisko’dan atıfla Mozarap dendi.

Kurtuba ve Tuleytula’da eğitim alan pek çok insan Oxford’dan Paris’e ve Bologna’ya kadar çeşitli yerlerde dersler vererek Avrupa üniversitelerinin kuruluş aşamasında yer edindiler.

Yine Endülüs’te Hristiyan Abelard, Yahudi İbni Meymun ve Müslüman İbni Rüşd; hakikat denilen kavramı kendi dinlerine göre yorumlayıp birbirilerini etkilediler.

Öyle ki; Gırnata hariç tüm Endülüs’ü fetheden III. Ferdinand mozalesine Latince, Arapça, İbranice ve Kastilyaca kitabeler diktirdi ki tüm dünya ahir zamanlara kadar onun ve ondan önceki farklı dinlerden yöneticilerin inşa ettiği kozmopolit medeniyeti hatırlasın.

Öyle ya kültür olarak asla Sefarad, Mısır yahut Alman Yahudilerinin yanına yanaşamayan Amerikan Yahudilerinin 19. yüzyılda New York’ta inşa ettikleri sinagoglar Endülüs camilerinden net ve bilinçle tasarlanmış benzerlikler taşımaktadır.

Bugün kim El-Hamra Sarayından, Kurtuba Katedralinden yahut eskinin şiir gibi dünyası Endülüs’ten zevk almadan bahsedebilir ki?

İnşa edilen renkli yapı o derece girifttir ki Endülüs Emiri III. Abdurrahman’ın sağ kolu, veziri ve Yahudi Cemaatinin yöneticisi Ezra’nın oğlu İshak’ın oğlu Hasday, emir kendisini Bağdat’ta çıkan güç zaafiyeti sebebiyle halife ilan ederken yanı başında bulunmaktadır.

Bu ilan aslında şaşırtıcı değildir keza yerel yöneticiler Abbasilere isyan bayrağı açarken damarlarındaki kan İslam’ın en soylu kanlarından birisi olan III. Abdurrahman’ın bu hususta sessiz kalması düşünülemezdi.

Ki zaten Hayday, Orta Doğu’daki Yahudilere yazdığı mektubunda, Endülüs’ten “Nehirler, pınarlar ve kesme taştan su kuyularıyla dolu bereketli bir memleket burası.” Diye bahsedecektir. Mamafih şevk dolu bu satırlar Vizigot idaresi altında ezilen Yahudilerin, kozmopolitlik iddiasına sahip Endülüs Emevileri ile ne denli anlaşabildiklerini ispatlamaktadır.

Dokuzuncu yüzyılda seküler, entelektüel ve kentli yaşamın zirvesine çıkan Endülüs; bölgeye Fas’tan gelen bağnaz Murabıtlar ve Pirenelerden aşağı inen Frenklerin barbarlık ateşiyle yakılıp gitti ve geriye tüm Avrupa’yı ve Batı Akdeniz’i parlatan meşalesinin ancak hatırası kaldı ki bugün bile bu ıstırap sebebiyle hem Sefarad dilinde hem Arap dilinde ağıtlar yakılmaya devam edilmektedir.

Peki neydi Orta Çağ, tüm Avrupa baştan başa kanonik hükümlere gömülürken parıldayan bir inci gibi olan Endülüs neresindeydi bu Orta Çağ’ın ve kaçımız bilmekte Endülüs’e Altın Çağını yaşatan olaylar silsilesini? Kaç arif fark etmekte yadigar bahçelerin kıymetini, başka bir dünya tasavvurunu, El-Cid Destanını ve hatta V. Charles’in Kutsal Roma İmparatoru olarak taç giydiği törene, selefi III. Frederick’in Arapça yazmalarla süslü peleriniyle katıldığını?

Son olarak söylememiz gereken şey ise bugün İbranicenin en önemli yazmalarından birisi olan Agada, Saraybosna’nın bombalanması sırasında Müslüman bir müze görevlisi tarafından kurtarıldı ve saklandı ki gözü yakıp yıkmakla dönmüş azgın taife zarar veremesin bu esere. Ve belki de Endülüs’ün tüm sırrı işte bu vefada ve çabada saklıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Aykut Demir Arşivi