Prof. Dr. Sıtkı Göksu

Prof. Dr. Sıtkı Göksu

Mal ve Gönül

Bir hanımefendi anlatıyor:

"Biraz fasulye ve biraz pilav alarak bakır bir tepsiye koydum. Üzerine patlıcan, salatalık ve bir kaç tane kayısı ekledim....Tam dışarı çıkacaktım ki babam sordu:

"- Nereye gidiyorsun kızım ? "

"Ninem bunları kimsesiz yaşlı adama götürmemi söyledi" diye cevap verdim.

Bunun üzerine babam:

"- Şöyle yap. Mutfaktan bir kaç tabak daha getir. Her bir şeyi ayrı tabağa koy ve tepsiyi güzelce düzenle. Yanlarına kaşık, bıçak ve bir bardak su da koy, öyle götür" dedi.

Dediklerinin hepsini yaptım ve elimdekileri dedeye götürdüm. Dönünce babama neden böyle yapmamı istediğini sordum. Babam :

"Yemek ikram etmek 'Mal' sadakasıdır. Bir şeyi düzgün vermek ise 'Gönül' sadakasıdır. Birincisi karnı doyurur; ikincisi ise kalbi doldurur. Birincisi, kimsesiz dedeye, yardım isteyen dilenci hissini verir. İkincisi, yakın bir dost, iyi bir misafir olduğu hissini verir." diye cevap verdi ve devam etti:

"-Maldan vermek ile gönülden vermek arasında büyük bir fark vardır. Gönülden olanın hem Allah katında hem de insanlar yanında değeri daha büyüktür." Dedikten sonra biraz durdu. Sonra gözlerimin içine bakarak sözlerini şöyle tamamladı:

"- Bak yavrucuğum. Yapacağımız ikramlar, sevgi ve iyilikle birlikte olsun. Sakın aşağılayıcı ve küçük düşürücü olmasın".

Bedenin Efendisi Kim?

İnsan bazı vesilelerle bedenindeki bir uzvunu diğeriyle temas ettirmektedir. Meselâ; konuşurken dudaklarını birbirine dokundurmakta, pişmanlık halinde başını yumruklamakta veya üzüntüsünden dizini dövmektedir. Bütün bu uzuvların maddî oldukları ve yaptıkları işlerden bizatihî haberdar olmadıkları nazara alındığında, bunları birbiriyle temas ettiren birisinin olması lâzım geldiği bedaheten (açıklıkla) anlaşılır. İşte, bu teması temin eden zat, insan ruhudur.

Diğer taraftan aynanın karşısına geçen bir kimse meselâ, “saçlarım biraz daha siyah olsaydı veya boyum biraz daha uzun olsaydı” gibi temennilerde bulunurken, kendi bedeni hakkında yerli veya yersiz bir takım mütalâalar (düşünceler) serdetmektedir (söylemektedir). Aynada görülen sûret o adamın bedenine ait olduğuna göre o beden hakkında fikir yürüten kimdir? İşte, o fikir yürüten zat yine insan ruhudur.

Aynı şekilde, rüyasında bir başka şehre giden ve oradaki akrabalarıyla sohbet eden bir kimsenin, bedeni yatakta ve gözleri kapalı olduğuna göre, “Bu seyyah kimdir?” diye bir sual de hatıra gelecektir. İşte o seyyah zat da yine insan ruhudur.

Bu noktada bir hususun ayrıca izahı lâzım gelmektedir. Şöyle ki: Rüyadaki insanın ruhu bir başka şehire gitmekle beraber, o ruh bedenden de ayrılmamaktadır. Zira ruhun bedenden ayrılması hâlinde o kimsenin de ölmesi lâzım gelecektir.

Rüyâdaki bu gitme fiilinin mahiyeti bilinmemekle beraber, onun cüz’î (az) bir misâlini güneşte görmemiz mümkün olmaktadır. Maddî nuranî olan güneş, küre-i arzdaki (dünyadaki) herhangi bir aynada tecelli ettiğinde (göründüğünde), o ayna ile bir nevi musahabede (hesaplaşmada) bulunduğu hâlde kendi yerinden ayrılmadığı gibi, ruh da bedenden ayrılmamakla beraber âlem-i misâlin (rüyada görülen alemin) bazı tabakatında (tabakalarında) gezebilmekte ve sohbet edebilmektedir.

Yazar: Rahmetlik Mehmed Kırkıncı Hoca (http://www.mehmedkirkinci.com/index.php?s=article&aid=104)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Prof. Dr. Sıtkı Göksu Arşivi