Deniz Kalendirgil

Deniz Kalendirgil

Okulda teorik, sahada pratik!

Evet değerli okurlarım… Yıllar ne kadar da hızlı geçiyor değil mi? Medya sektöründeki yolculuğum 25 yılı aştı. 1995 yılında İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nü kazanarak başladı benim medya serüvenim. Okulun ilk gününü hiç unutamam. Fakülte binamızın girişine yakın bölümde kaldırım taşları vardı. Orada oturan meslektaş adayı arkadaşlarım karşıladı beni. Artık benim de o kaldırım taşlarında oturma hakkım vardı. Hiç vakit kaybetmedim tabi. Bulduğum ilk aralığa bırakıverdim kendimi.

Dikkatlice etrafımı izledim. Cıvıl cıvıl enerji dolu arkadaşlardı hepsi ve eminim ki; bir an önce mesleğin tozunu yutmak istiyorlardı. Vakit kaybetmek onları gazeteci, PR’cı ya da televizyoncu olmaktan alı koyabilirdi. Tek endişeleri buydu. Haklılardı tabi ve bu artık benim de endişem olmuştu.

Ben 2 ay kadar okula gittim. Her sabah gider, ders bitince de arkadaşlarla ana kampüsümüzün bahçesinde takılırdık. O yıllar efsane hocalarımız vardı. Özellikle benim için iki isim çok ama çok önemlidir. Mesleğe bir an önce başlama duygumu ateşleyen Prof. Dr. Nurdoğan Rigel ve mesleğe başlamama vesile olan Prof. Dr. Suat Gezgin. Her ikisine de minnet borçluyum.

Hiç unutmam; bir gün amfide dersteyiz. Nurdoğan hocam hararetli bir şekilde sınıfa girdi. Gözlerinden ateş fışkırıyordu sanki. Tabiki ki… 300’ün üzerinde öğrenci tek sınıfta, adeta üzerine üzerine geliyordu. Gözleri fal taşı gibi açıldı. Haliyle hepimiz neye uğradığımızı şaşırarak, kıymetli hocamızı izliyorduk. Kara kaplı tahtanın önünde bir sağa bir sola hızlı adımlarla gidip geliyordu. “Hayırdır hocam” dedi önde oturan cesur arkadaşlarımızdan biri. Kısa bir süre sonra hayrını gördük tabi …

“Çocuklar, Allah aşkına burada ne yapıyorsunuz siz? Anlıyorum hepiniz emek vererek üniversitemizin kapısından girdiniz. Harikasınız da. Ancak bu mesleği derslik sıralarında öğrenemezsiniz. Burası size işimizin teorisini öğretir. Pratik yapmak için sahada olmanız lazım.”

Sonuna kadar haklıydı. O an inanın bana 300 kişilik sınıfımızda her birimize aydınlanma geldi. Bizi ateşleyen bu cümleler karşısında dersin bir an önce bitmesini bekliyorduk. Sonrası malum…

Suat hocam harika bir insandı ve hala öyledir. Sanırım medya sektöründe özellikle bizim üniversitede elinden tutmadığı bir arkadaşım yoktur. Bir şekilde her bir öğrencisine yardımcı olurdu. Yeter ki; biz isteyelim. Çünkü her yere ulaşabilen bir iyilik yumağı vardı. Zincirin halkaları o kadar sağlamlaşmıştı ki; istemek ve samimi olmak yeterli oluyordu. O iyilik halkasına sizi muhakkak dâhil ederdi.

Nurdoğan hocamın açtığı yolu, bu kez Suat hocamız ile arşınlayacaktık. Ders bitince 10 – 15 kişi soluğu Suat hocamızın odasında aldık. Cümlemiz belliydi zaten!

“Hocam biz bir an önce mesleğe adım atmak istiyoruz. Yardımcı olabilir misiniz?”

Siz yeter ki isteyin! Hemen elimize küçük notlardan oluşan kâğıtları tutuşturdu. Bazılarımız TV’lere, bazılarımız gazetelere, bazılarımız da haber ajanslarına yönlendirildik. O yıllarda halkla ilişkiler mesleği çalışma alanı olarak şimdiki gibi gazete ve TV’lerin önüne geçmemişti. Bu üç alanda bir anda çil yavrusu gibi dağılmıştık. İyi de olmuştu.

Nurdoğan hocamın da dediği gibi; artık mesleği sahada öğrenecektik. Bu şekilde medya sektöründeki serüvenimiz başlamış oldu…

Bu yazıyı neden yazdığımı, önümüzdeki haftaki yazımda açıklayacağım…

Sağlıklı bir hafta diliyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Deniz Kalendirgil Arşivi