Kendine tok...

Son gündem, son günler...

Kent hayatı tüm insanı bunaltan sıkıcılığı ile devam ediyor. Bunun üzerine bir de salgınlar dönemi eklenince, kentte yaşam iyice zorlaştı. Küçük nefes alışlar, küçük rahatlama, minik mutluluklar da elden alınınca, geriye mutsuz bir kent yaşamı çıktı ortaya... Yaşayanlarında, yönetenlerinde zorlandığı, kendini mutsuz hissettiği kent yaşamı...

Ben uzaktan bakınca bunu aynen böyle görüyorum... Açık konuşuyorum, bir köyüm olsa köyüme dönerdim, köyüme döner ve köyümde kendime sağlıklı, huzurlu bir yaşam inşa etmeye çalışırdım. Ne yazık ki toprak çocuğu değil, beton çocuğuyuz...

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türk milleti için çok büyük bir şanstı.... O pırıl pırıl içinde yalan dolan barındırmayan zeka ve mantığı ile eğitim ve öğretimin ne kadar doğru kullanılması gerektiğini sürekli belirtmişti...

Birinci hedefi hep bağımsızlık oldu. Bunu sağlayacak nesillerin ise aydın ve özgür fikirli, sorgulayıcı olmaları gerektiğini düşünüyordu... Böyle nesiller hedefliyordu hep!

Kurtuluş Savaşı bittiğinde Osmanlı'dan 2345 ilkokul, ve burada eğitimi sağlayan 3061 öğretmen devralınmıştı.

Osmanlının aydınlanma sürecinin sonunda meşrutiyetten cumhuriyete eğitim, bilimsel düşünce, eğitimci kadro konusunda hatırı sayılır bir birikim kalmıştı kalmasına...
Arap harflerinin zorunluluğu yüzünden halkın ancak yüzde onu okuyabiliyordu. Okuma yazma oranı ise çok düşüktü.
Kırk bine yakın okulsuz köy vardı. Sadece okulun adını biliyorlardı.


Atatürk, köy kökenli bir aydın kuşağı yaratmayı hedefliyordu.... Evet Osmanlı'dan gelen bir birikim vardı ama ortada yine de bir eğitim çıkmazı duruyordu. Yaşam kaynakları yıkılmış bir köy toplumu vardı. Bitmek tükenmek bilmeyen savaşlarda kanını canını veren Türk Anadolu köylüsü de ortada duruyordu...

Kalktı ve mecliste şu güzel konuşmayı yaptı... "Türkiye'nin sahibi ve efendisi kimdir? Bunun yanıtını hemen birlikte verelim; Türkiye'nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok gönenç, mutluluk ve varlığa hak kazanmış, buna öncelikle yaraşık olan köylüdür. Bundan dolayı TBMM Hükümetinin ekonomi politikası bu yüce amacı elde etmeye yönelecektir. Diyebilirim ki bugünkü kıyım ve yoksulluğun tek nedeni bu gerçeğin aymazı bulunmuş olmamızdır. Gerçekten yedi yüzyıldan beri dünyanın dört bir yanına sürdüğümüz, kanlarını akıttığımız, kemiklerini yaban topraklarında bıraktığımız ve yedi yüzyıldan beri emeklerini elinden alıp har vurup harman savurduğumuz ve buna karşılık hep hor görerek aşağılayarak karşılık verdiğimiz; bunca özveri ve bağışlarına karşılık, nankörlük, utanmazlık, küstahlık ve zorbalıkla uşak kertesine indirmek istediğimiz bu soylu sahibin önünde bugün, bütün bir utanç ve saygı ile durumumuzu alalım...1 Mart 1922"

Gazi Mustafa Kemal, savaşlar boyunca omuz omuza çalıştığı halkı çok iyi tanıyordu. Devrimleri halk için yaptı. Halkın bağımsızlığı için savaşmış ve başarılı olmuştu. Halka karşı kendini borçlu hissediyordu. Halkevileri açılmaya başlamıştı. Türk Dil ve Tarih kurumları kurulmuştu... Adım adım planlanan devrimler hayata geçirilmeye başlandı.

Öyle bir öğretmen tipi yaratmalıyız ki, o yalnız köylünün inanışlarını işlemek, toplumsal tutum ve davranışlarını etkilemek ve yönlendirmekle kalmasın; köyün fiziksel yüzünü, tutumsal varlığını ve yaşantısını da geliştirsin.." Diye düşünyordu.
Bu karara göre büyük bir uyanış başlamıştı... Büyük bir gelişmenin başlangıcıydı aynen... Bu büyük uyanış kimilerinin karabasanı olmuştu. En çok da büyük toprak sahiplerinin, karalamaları başladı. Toplumun genel ahlakının bozulduğunu iddia edip komünizm yuvası oldukları falan... Böyle büyük bir proje kara propaganda sonucu 1954 yılında Köy Enstitüleri kapatıldı.

Neyi kaybetmişti Türkiye, şimdi buradan oraya baktığımız da korkunç gerçek tüm çıplaklığı ile karşımızda duruyor. İşin acı kısmı hala 70 yıldır aynı güçlerin boyunduruğunda Türkiye...

Sonuç kocaman bir dışa bağımlı tarım politikası...Kendi kendine yeten, dünyanın en verimli topraklarında yaşayan biz Türkler... Köyden kentte insanların yığılmasına sebep oldu. Çünkü köylü kendi köyünde yine sefil ve gariban olmuştu...

Köyüm olsa köyüme dönerdim ama neyle geçineceğim, toprak yok... Bugüne sebep olanlar, kebap olsunlar demekle olmuyor, yüreğimiz soğumuyor.

Geçmiş olsun, bu konuya niçin değinme gereği duydum... Salgınlarla boğuşa boğuşa yol alacağız, durum onu gösteriyor. Yeni Dünya düzeni kuruluyor. Keşke bu sistem tıkır tıkır çalışsa imiş, şimdi Yeni Dünya düzeni bize hiç uğramayacakmış... Çünkü devam etseydi o düzen bugün Türkiye hem eğitimde, hem de tarımda ciddi bir sıçrama gerçekleştirdiği için... Bambaşka bir Türkiye olacaktık. Böylesi saçma sapan, yok sağ-sol... Yok Alevi-Suni, yok etnik milliyetçilik, yok dindar dinsiz, terör gibi Türkiye'nin enerjisini, emeğini, direncini yok eden saçmalıklarla boğuşmayacaktık...

Gündüz kandilini hazırlamayan, gece karanlığa razı demektir. Gündüz kandilini bize çok güzel gelecek inşa ederek hazırlayan Gazi Mustafa Kemal Atatürk gibi liderden, KENDİNE TOK yöneticilerin eline düştü Türkiye...

Sonuç; bu travmalarla yol alıyoruz. Çıkış mı? Sanki bu sözlerde saklı gibi;

" İnsanlara gemi yaptırmanın yolu onlara marangozluk öğretip görev ve programlar vermek değil, engin denizlerin özlemini aşılamaktır. "

Sevgiyle kalın...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Arşivi