Deniz Kalendirgil

Deniz Kalendirgil

Şeertlik Mertemesi Ustalığın Temeli

“Çıraklığını yapmadığın işin, ustası da olamazsın…” Bu güzel sözü çoğumuz biliriz. Rahmetli dedem de rahmetli babama dermiş. Dedemden babama kalan miras gibidir bu iş düsturu. Bu sözden de anlayacağımız üzere; Çıraklık ya da Antep ağzıyla şeertlik, ustalığa giden yolculuğun mihenk taşını oluşturuyor… Kesinlikle doğru bir tanımlama.

Ben de bir zamanlar şeerttim. Her ne kadar benimkisi yaramazlığın neticesinde gelen zorunluluk olsa da, şeertlik duygusunu en güzel yaşayan Antep erkeklerinden biriyim ben. Okullar tatile girdiği an, zorunlu şeertlik dönemim başlardı.

Annemin o güzel sesi hala kulaklarımda çınlıyor. Babam üzerini giyinmiş, son dokunuşlarını yaparken, önce uzaktan sonra ise yakından bir ses yankılanırdı… Güzel annemin ilk cümlesi genelde, “Oğlanı da alacak mısın?” olurdu. Babam tabi duymazdan gelirdi ilk seferinde, ama ne fayda. Annem durur mu? Altyapıyı hazırladı bir kere… Aynı cümle bu kez üst perdeden gelirdi.

“Sana diyorum. Oğlanı da alacak mısın?”

Babamsa kısık sesle hafiften söylenmeyle başlardı o an. Önce ayakkabılar raftan alınır ve yere sertçe bırakılır, ardından da ceket portmantodan bir hışımla alınarak, beklenen yanıtı verirdi.

“Gelsin madem ne yapalım? Hadi oğlum hadi, çıkıyoruz.”

Güzel annem ve en az onun kadar güzel olan kız kardeşlerimin o an yaşadıkları mutluluğu tarif bile edemem. Haklılardı da. Çok yaramaz bir çocuktum çünkü. Benim işe gitmem demek, akşama kadar huzurlu bir gün geçirmek demekti. Kafa dinlemenin tek yolu buydu. Sabahın ilk ışıklarında babamın motoruna atlayıp, tıngır mıngır dükkâna gitmem, onları mutlu ederdi.

Rahmetli babamın Mobilet marka bir motoru vardı. Gözü gibi bakardı ilk göz ağrısına. Tabi ben de. Bana kalacaktı nasılsa birazcık boy atınca. Bunun da etkisi vardı, babamla işe gitmeye bayılmamın. Arkasına atladığım gibi, yola koyulurduk, oradan oraya savrularak. Saçlarımız uçuşurdu… Asla hızlı gitmezdik. O kadar naif kullanırdı ki babam motorunu. Adeta dans ederdi selesinde. Keyif alırdı kullanırken. Bu duyguyu beline sıkı sıkı sarılan oğluna da yansıtırdı… Benim için üzücü olan ise; ergenlik dönemine girince, benim motora olan merakım annemi endişelendirmiş, babamı da ikna ederek, babama kırmızı motosikletini sattırmıştı. Tabi ki; doğru bir karardı ve bir daha da motorumuz olmadı.

Dükkânımız Mütercim Asım Caddesi’nde Arif Dai Sokak’ta, sonraları İplikçiler Sitesi olan, Kunduracılar Sitesi’nin tam karşısındaydı. Samimi bir adı vardı dükkânımızın. Camında “Bizim Kutucu” yazardı…

Henüz gün ağarırken dükkânımıza varır, bereketli bir gün olması dileğiyle darabamızı yukarıya doğru sürüklerdik babamla. Tek başına kaldırırdı aslında, ama güç olmak isterdim babama, güçlü görünmek. Darabanın sesi de öyle güzel gelirdi ki kulağıma. Adeta sessizliğe açılan bir kapı gibi huzurla dolardım.

Ayakkabı kutuları imal ederdik. 10’larca çalışanımız olduğunu hatırlarım. O kadar keyif alırdım ki; dükkânımızda. Ustalarıma şeerlik eder, onların sohbetiyle hayatı öğrenirdim.

Yazımın başında da belirttiğim gibi; şeertliğin ilk şartı ustaya saygıdan geçer. Ben ve benim gibi milyonlarca Antepli hemşehrim bu yollardan geçmiştir. Siz saygı gösterdikçe sevgi yumağı da peşinizden gelir ustalarınızdan. Bunu bilir bu söylerim.

Sağlıklı bir hafta dileklerimle

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Deniz Kalendirgil Arşivi