Kasap-kebapçının bir örneği (sultan kasap), hellenizm’in mevcudiyeti

Mekan yazımızda bu hafta inceleyeceğimiz yer, kasap-kebapçı furyasının çok doğru örneklerinden birisi olan Sultan Kasap’tır. Kendileri, Kayaönü mevkiinin uzak ve karışık yerlerinde konumlanmış olsalar da semt olarak asla ummayacağınız bir yerde karşınıza asla ummayacağınız kadar kaliteli işlerin çıkmasını da yadsıyamazsınız.

Mekan hayli küçük, çok sayıda masa var ve kebaplar piştikçe peyderpey servis edildiği için oturanların erkenden kalkması da mümkün değil. Bu sebeple Google Haritalardan bulabileceğiniz telefon numaraları ile kendileri aramanızı ve randevu almanızı tavsiye ediyorum. Ya da gidip ne zaman size geleceği belli olmayan bir sıraya da dahil olmayı seçerek kendinize zulmedebilirsiniz.

Mekanın konumlandığı mevkii pek hoş sayılmasa da gelen müşteri kitlesinin seviyesine bakarak huzur içinde bir yemek yiyebileceğinizi rahatlıkla söyleyebilirim. Ayrıca, mekan küçücük olsa da arkadaşlarınız veya belki aileniz ile (gelen birkaç aileyi gördüğümü ilave etmem elzem) oturup uzun ve derin bir sohbetin eşliğinde yemek yiyebilirsiniz.

İki küçük masanın zor sığdığı odaya bir de mangal yerleştirilen ve hemen sağ tarafınızdaki tezgahtan seçtiğiniz etlerin ateşle dize getirildiği bu mekanda, mangal kokusu umduğunuz kadar üstünüze sinmiyor. Çünkü mangal doğru konumlandırılmış vaziyette ve dahası dumanın içeri nüfuz etmesine mahal vermeyen bir tasarım mevcut. Az sayıdaki personelin hem hızlı servisi hem de sıcak tutumu, kendilerinin hanesine artı bir puan kazandırıyor.

Hijyen noktasında, kendilerinden umulmadık bir başarı gösteriyorlar. Salata taze taze anlık olarak yapılıyor ve masaya birkaç çeşit meze daha geliyor. İstek üzerine sosladıkları ekmekleri ise sanırım ekmeği üreten fırından kaynaklı bir sorun sebebiyle, pek yenilir yutulur cinste değil.

Sunumları da gayet samimi olan Sultan’da, isteğiniz üzerine şiş/gramaj/kalem hesabıyla pişirilen etler ortadaki ahşap bir sunumluğa bırakılıyor. Sunumluk yine daima, taze közlenmiş domates ve biberle takviye ediliyor. Sizin herhangi bir ricanız olmadan, sizin için en iyisi yapılmaya çalışılan Sultan’da, ayran tadının da takdire şayan olduğunu söylemek gerekiyor.

Lezzetlerine gelirsek… Benim bayılarak yediğim, gerçekten kaliteli bir kebap olduğunu size sonuna kadar hissettiren sade kıyma kebapları bence kendilerinin, alamet-i farikası. Tuz ve yağ oranı çok iyi tutturulmuş bu kebap, Gaziantep’te şu sıralar yiyebileceğiniz en iyi kıyma kebabı.

Lokum olarak adlandırılan etleri ise gayet sulu ve ağızda eriyen, tatminliği haiz bir yapıya sahip. Ama etin kıyısında ve kendi yapısında mevcut olan yağ parçacığı etle aynı pişme süresine sahip olmadığı için biraz yanık bir tat bırakabiliyor. Zaten biraz yanık yenmesi gereken yağla aranız yoksa veya yanık tattan hoşlanmıyorsanız, lokumunuzu yerken ya yağdan kurtulun ya da lokum topuna hiç girmeyin.

Kalem adedi üzerinden pişirdikleri pirzolalarının, et kalitesine denilecek hiçbir şey yok ve fakat pirzola etinin incesi makbuldür. Ateşte hafif sulu bırakılmış pirzolanın, şayet kalınsa çiğ bir et yediğiniz izlenimi uyandıracağından inceliği gözetilmelidir. Bu kıstası zaman zaman karşılayamadıklarını düşünüyorum.

Kilogram üzerinden sipariş verilen kalem kaburgaları ise pek doyum sağlamıyor. Üstelik, kara bahtınıza bağlı olarak bazen etten tamamen arınmış parçaların denk gelebildiği bu lezzet çok yağlı yemeyi seviyorsanız ve keyif arıyorsanız deneyimlemeniz gereken ama yine de tavsiye listemde yer almayacak bir lezzet.

Sırt etinden yaptıkları tike etleri de gayet sulu ve lezzetli ki, yazılarım neticesinde anlamışsınızdır ki ben soslu kuşbaşı sevmediğim gibi dışarıda da koyunun neresinden yapıldığını bilmediğim kuşbaşıyı ağzıma sürmem. Ama hayret verici ve takdir edilesi bir et başarısı olduğunu belirtmem gerekiyor, tike etleri bahsinde.

Fiyat olarak, iki kişi dolu dolu bir servise ortalama sayılabilecek bir fiyat ödüyorsunuz. Ama yine de verdiğiniz paranın karşılığında, sadece lezzet değil park yeri kolaylığı ve hatta daha geniş bir salon arıyorsunuz. Ama belki de burayı bu kadar sıcak yapan şey, kutu gibi bir salon ve yemeğin etrafında dönen bir sohbete kaynaklık edebiliyor olmalarıdır.

Mekan değerlendirmemiz bittiğinden ötürü, yazımızın ikinci kısma yani Hellenizm hakkında kalem oynatacağımız bâba geçebiliriz.

Hellenizm, Büyük İskender’in zafer dolu bir dizi seferinin neticesinde ortaya çıkan uygarlık çeşididir. Merceklerimizi takıp o tarihin okumasını yaptığımızda anlayacağız ki; İskender döneminden önce Antik Yunan medeniyet olarak Pers ve Şark geleneğinden hayli uzaktır, binaenaleyh zaman zaman Lidyalılar döneminde olduğu gibi bir Pers-Yunan kültürel sentezi yaratılmaya çalışacak ama başarısız olunacaktır.

İskender, dönemin askeri olarak en büyük güçlerinden birisi olan Makedonya’nın başına geçince önce Küçük Asya satraplıklarını, ardından Suriye ve Mısır eyaletlerini, Mezopotamya’yı ve tüm İran’ı ele geçirecektir. Devasa Pers İmparatorluğunu ekarte ettikten sonra Hind İllerine yürüme kararı alan İskender, yerel güçlerin sert direnişi nedeniyle bugünkü Afganistan dolaylarında durmak zorunda kalacak, ardından imparatorluğunu düzenlemek ve kendisine yeni rotalar çizmek için Babil’e dönecektir. Zaten, kendisine bir süredir ayak direyen Yunan ordusundan da rahatsızdır.

Yunan soylularından, Makedon generallerinden ve Grek adetlerinden yavaş yavaş yüz çeviren İskender, adamlarını Pers kadınları ile evlenmeye teşvik edecek ve tüm Pers ülkesinin muhtelif yerlerinde farklı farklı Grek yerleşimi kuracaktır. Amacı anlaşılabilecek kadar açıktır: Liderlerine daha sadık olduğunu düşündüğü Perslerin sadakatini kazanmak ve onları tüm zenginlikleri ile birlikte Yunan kültürüne dahil edebilmek.

Kırım’dan İber Yarımadasına kadar uzanan devasa Yunan koloni ve ticaret ağını Perslerin kara imparatorluğu sayesinde Hind İllerine kadar bağlayan İskender’in, kendi iktidarları için tehdit arz etmeye başladığını düşünen birkaç general ona karşı komplo kuracaktır. Binaenaleyh sadık Pers muhafızları sayesinde suikasttan kurtulan İskender, Pers eşinden yapacağı çocukla imparatorluğunun tüm farklı unsurları birleştirmeyi tasarlayıp Karadeniz kıyısına sefer hazırlıklarına başlayacak ve fakat genç yaşta kimilerine göre alkolden kimilerine göre zehirden kimilerine göre zührevi hastalıktan veya guttan ölecektir.

İmparatorluğunun dört bir tarafına kurduğu ve Yunan etkisinin bariz hissedildiği sayısız şehir sayesinde dünya, daha önce hiç olmadığı kadar bileşik bir yapıya kavuşacaktır. O, Eski Dünya’nın gerçek ve en büyük hükümdarı olarak kabul edilecektir.

Ardından gelen haleflerinin, birbiriyle olan uzun ve bitmek nedir bilmeyen mücadeleleri Yunan-Pers kültür sentezinden doğan Hellenizm’i bitirmeyecek aksine pek çok general, yeni bir İskender olma hayaliyle aynı faaliyetlere girişecektir.

Ama talihsizlik ki İskender, arkasında kendisi kadar karizmatik bir varis bırakmadığından hızlıca kurduğu imparatorluğu hızlıca parçalanacaktır. Ufuktaysa ondan çok daha kalıcı, kendinden emin, ağır adımlarla ama sağlam vaziyette yeni bir güç görünmek üzeredir. İskender’in kısacık hayatında tek başına yaptığını, nesillere yayılan şekilde yapan ve tek gerçek imparatorluk olarak kabul edilebilecek Roma İmparatorluğu yaklaşmaktadır. İnsan bazen hayal kurmadan edemiyor, Roma’nın başında İskender gibi bir adam olsa günümüz dünyası nasıl şekillenirdi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Aykut Demir Arşivi