Etin farklı bir dizaynı (seyyah kebap), muhalife muhalefet

Bu haftaki rotamızda, Küsget Bölgesi içerisinde yer alan Seyyah Kebap bulunmakta. Buraya ulaşmak için, şehir trafiğini atlatıp Küsget keşmekeşine katlanmanız gerekiyor. Mekan, görünüş olarak da muhit olarak da çok zayıf nitelikleri haiz olsa da lezzetleri burayı zaman zaman tercih edilebilir kılmakta.

Evvela belirtmem gerekir ki; son zamanlarda ne zaman gitsem, gavurdağ salatalarının olmadığı söylüyorlar ki daha önceden tadına doyamadığım bu salatanın servisinden neden imtina edildiğini anlamlandıramıyorum.

Küsget Bölgesi içerisinde yer almasına rağmen, aileniz ve arkadaşlarınız ile rahatlıkla ziyaret edebileceğiniz Seyyah Kebap’ta sizi ilk olarak dışarıdaki et, türlü sakatat ve sucuk tezgahı karşılıyor. Dolabın yanından geçerken gözünüze pek de aşina olmadığınız bazı etler çarpacaktır. Zaten Seyyah’ı farklı kılan husus da diğer mekanlarda kolay kolay rastlayamayacağınız ve kendilerine has tarifleri servis etmesidir.

Pekala nedir bu lezzetler, gelin mercek altına alalım. İlkin, gömlek yağına sarılmış sebzeli kıyma etinden müteşekkil şeftali kebabını inceleyelim. Görüntüsü ve tarifi her ne kadar cazip gelse de dış çepere sarılmış yağın kıymayı sulu ve yağlı bırakması haricinde herhangi bir özelliği yok, şeftalinin. Bahçıvan kebapları ise, kendilerinin de belirttiği üzere yazın taze sebzelerle daha iyi olabilecek bir lezzet olup tarifi de domates, kuyruk yağı, biber kuyruk yağı, kuşbaşı et, kuyruk yağı ve domates olarak tasarlanmıştır.

Kıyma ve ciğer kebaplarınınsa insanı kendine bağlayamadığını itiraf etmem gerekiyor. Kıymaları, şehir ortalamasının üzerinde olsa da buraya gelindiğinde tercih edilecek bir lezzet değil. Ciğerleri içinse hayal kırıklığı diyebilirim, olmamış.

Ama tüm bu lezzetler içinde bir lezzet var ki, tarifi de adı da lezzeti de kalbinizi anında fethediyor. Bülbül yuvası olarak adlandırdıkları bu lezzet, etin arasına konulan kuyruk yağı ile birlikte sarılmasının bir sonucu. Hem pişirme tekniği hem etin kalitesi hem de kuyruk yağının o eşsiz lezzeti; bülbül yuvasını, yekunen tereyağ kıvamına getirmekte ve et damağınızda kendiliğinden kaymaktadır. Fındık krokandan yapılan bülbül yuvası isimli hepimizin bildiği tatlıya her ne kadar ismen benzese de nazarımda bu kebap çok daha yenilesidir.

Kendi elleriyle yaptıkları tatlıları da ortalama üstü ve pek ağır olmayan güzel bir lezzete sahip. Fiyat olarak şehir merkezine bu kadar uzak ve görece salaş bir yere göre pahalı olduğu düşünülebilir olmasına rağmen, sunduğu özel lezzetlerindeki kaliteleri ile sofradan asla pişman kalkmayacağınız bir kebapçı.

Benim sıklıkla ziyaret etmeye çalıştığım ve siparişlerimin temel ayaklarından birisini bülbül yuvasının oluşturduğu Seyyah, gidilesi bir mekan olmaya devam ediyor.

Mekan yazımız bittiğine göre ikisi de birbirinden efsanevi iki kişilik hakkında incelemelerde bulanacağımız Martin Luther ve Desiderius Erasmus yazımıza geçebiliriz.

Martin Luther, pek çoğumuzun bildiği gibi Katolikliğin temellerine yerleştirdiği dinamit sebebiyle tüm Kuzey Avrupa’yı mezhep bölünmesine ikna edecektir. Aynı dönemde hem Katoliklerin hem Protestanların saygı duyduğu ve bağımsız bir kişilik daha vardır. O kişi, hümanizmin peygamberi olarak adlandırılabilecek ve Rönesans etkilerinin Kuzey Avrupa’daki en sağlam kalesi olarak kabul edilebilecek Desiderius Erasmus’tur.

Erasmus’a göre ruhban sınıfı Katolik olsun olmasın baştan aşağı yozlaşma halindedir. Rüşvet ve cinsel günahlar, papazlar arasında hayli yaygınlaşmış vaziyettedir. Ona göre ruhban sınıfının gerekliliği tartışmaya açık bir konudur. Luther gibi endüljans’a karşı çıkan Erasmus, Luther’den farklı olarak Tanrı inancı için herhangi bir papazın elzem olmadığını düşünmektedir.

Luther uhrevi dünyanın temeline, tefekkürü ve İsa’yı tüm ermişliği ve yoksulluğu ile beraber koysa da Erasmus, uhrevi olsun olmasın her dünyanın temeline insanı yerleştirir. Ona göre insan özgür ve seçim yapabilen bir varlıktır, üstünde herhangi bir manevi pranga olması kabul edilemez. Luther ise, her insanın Tanrı’nın gücü karşısında aciz ve özgürlüğü olmayan birer çilekeş olduğunu iddia eder.

Üstelik Luther’in çevresine daima yeni müritler dahil olsa da Erasmus kendisinin bir tarikat efendisi yahut aziz olmadığını, eleştirilerinin akademi dünyasını alakadar ettiğini söyleyerek her türlü örgütlenmeden muaf olmaya çalışır ki bu tutumu Katolik Kilisesinin dahi takdirini toplar.

O; Kilise içi bir eleştiri doğurarak Kilise’yi ve Civitas Christiana’yı bölmeye çalışmamaktadır, bir sivil ve ötesinde düşünür gibi görüşlerini açıklamaktadır. Bu haliyle Kilise ve Luther arasında daima tarafsız kalan Erasmus, her iki tarafla da teorik meseleler hakkında mektuplaşacaktır.

İnsanın imanından bile şüphe etmesi gerektiğini öne süren Erasmus, dönem kayıtlarına baktığımızda her ne kadar tarafsız gözükse de Kilise’nin ihtiyaç duyduğu Reform hareketinin Martin Luther’in muhalefeti sebebiyle doğmasından da gayet memnun gözükmektedir ve fakat en acımasız eleştirilerini de yine Luther’e doğrultmaktan sakınmayacaktır.

Özetle Tanrı’yı ve münzevi İsa’yı ruhani boyutun merkezine yerleştiren, insanın acizliğini ve tahammül edilemez zelilliğini savunan Luther ve sivil bir hayatı önceleyen, insanın iradesinin kutsallığına vurgu yapan ve her şeyin ötesinde Tanrı’nın varlığına inanan Erasmus’un görüşleri bugünün Avrupa sosyolojisi anlaşılmak istenirse mutlaka incelenmesi gereken devrimsel nitelikteki olaylardır.

Ne de olsa Kilise’ye rağmen iki muhaliften birisi Tanrı’yı birisi ise insanı öncelemiştir ki; bu tartışmanın hakiki kazanan özgesi, bilinen insan tarihinin ve geleceğinin nihayetine kadar asla bilinemeyecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Aykut Demir Arşivi